ÖNSÖZ
Tüm övgüler o Allah'a ki, Kur'an'ı insanlık dünyasına indirdi. Salat ve selam olsun o Peygamber'e ki, Kur'an'ı insanlığa tebliğ edip bildirdi. Allah indirmeseydi,inmezdi; o Resul bildirmeseydi, bildirmezdi. Rahman, rahmetiyle öğretti Kur'an'ı; onunla iyiye ve güzele klavuzladı insanı. Yozlaşmamışsa insan, bozulmamışsa iman, kirletilmemişse irfan, Hakk'a ve doğruya götürmede yeterli olacaktır Kur'an.
İlk satırlarını 1988 Ramazanında yazmaya başladığımız Kur'an-ı Kerim Meali, Allah'ın izniyle ve lütfuyla 1993 Haziranında tamamlandı ve kısa sürede basılarak halkımıza sunuldu.
Yirmiye yakın Türkçe mealin bulunduğu ülkemizde, bizim mealimize ihtiyaç var mıydı.? Biz, ihtiyaç vardı kanaatine ulaştığımız içindir ki, bu meali hazırladık. Kanaatimizi desteklemek için hiç kimsenin yaptığına, çizdiğine dil uzatmak, eleştiri getirmek niyetinde değiliz. Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğiz: Bazı meallerde, Kur'an ruhuyla Arap dilinin verilerine asla uymayan çeviriler vardır. Bunların bir dökümünü yapmak bile yetmiş-seksen sayfa yazmayı gerektirir. Çok üzücü tablolara vücut veren bu "indi" çeviriler, tarih içinde tekrarlana gelmiş geleneksel Kur'an dışı kabullerin meallere aktarılması sonucudur. Bazı yerlerde Kur'an değil; örf, mezhep hatta hurafe konuşturulmuştur. (Bu konu üzerinde başka bir etüdümüzde detaylı olarak duracağız.) Buna ek olarak;
Meallerin hemen tamamında dil problemi vardır. Bu dil problemi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi büyük bir üstadın mealinde, Arapça ve Farsça bilmeyenlerin anlamalarını zorlaştıracak kadar ağırdır. Bu ağırlığı ortadan kaldırmak için "sadeleştirme" adı altında yapılanlar ise bizce meali Elmalılı'nın malı olmaktan çıkarmış bulunuyor. Ne kadar ehliyetle yapılırsa yapılsın, o sadeleştirmeler, ortaya çıkan meali, bilimsel-akademik anlamda Elmalılı'nın eseri saymamıza engeldir.
Türkçe meallerin problem yaratan bir yanları da bunların parantezlerle dolu olmasıdır. Öyle mealler var ki, neredeyse üçte biri parantez içi ilavelerden oluşuyor. Bunları okurken insan, elinde olmayarak şu soruyu soruyor: "Acaba, bu kadar parantez gerekli miydi.?" Altını çizdiğimiz bu noktanın, son derece önemli olduğuna en güzel kanıtlardan biri de üstat Elmalılı'nın mealinde, paranteze hiç denecek kadar az yer vermesidir. Parantez bolluğu yüzündendir ki, yıllardan beri okunmasını önerdiğimiz çeşitli mealleri alan vatandaşlar, sürekli bir biçimde şu şikayeti gündeme getirmişlerdir: " Biz tefsir okumak istersek, tefsir okuruz.Meal okumaktaki amacımız, Allah kelamının, insan yorumu girmemiş şekliyle ne demek istediğini görmektir. Oysaki bu mealler, yüzlerce parantez içi cümleyle bizi yönlendirmekte, meal yazarının sübjektif kanaatlerine çekmekte, Allah kelamıyla aramıza girmektedir."
İş bu kadarla da kalmıyor.Bazı mealler, parantez içi ilavelerini zamanla parantezi çözerek, ayet metnindenmiş gibi gösterebilmişlerdir. Niyet ne ölçüde iyi olursa olsun, bu son derece tehlikeli bir yoldur. Çünkü bunun sonu Kur'an metninin "tırtıklanmasına" ve Allah kelamına örtülü bir biçimde ilave yapılmasına yol açar.
Biz şuna inanıyoruz: Meal, Kur'an metnine en küçük bir ekleme yapılmadan vücuda getirilmiş bir çeviri olmalıdır. Bunu söylerken, mealin, çevirisi yapılan sözün eksiksiz bir aktarılışı olacağı yolunda bir kanaat taşıyor değiliz. Kur'an'ın hiçbir dile tam bir çevirisi yapılamaz. Hiçbir çeviri, ne kadar mükemmel olursa olsun, Kur'an değildir. Çeviri, çeviridir. Ancak unutmamalıyız ki, meal zaten olabilecek en yakın çeviridir. Bunun içine parantez arası ilaveler koymaya başladığınız anda, yapılan, meal olmaktan çıkar, tefsir olur. Getirilen yorumların kısa olması, parantez içine alınması, yapılan işi bilimsel anlamda tefsir olmaktan çıkarmaz.
Parantez içi ilavelerin "kaçınılmaz bir zorunluluk"tan doğduğunu öne süren yaklaşımlara katılmıyoruz. Esasen, parantez içi eklemelerin bir kısmı, Arap dilinin cümle yapısı bakımından çeviride doğal olarak kullanılacak ifadelerdir. Bunların paranteze alınmasına gerek yoktur. Mesela müstetir faillerin, esmau'l-işaratın delalet ettiği kişi ve kavramlar, fa-i fezleke, fa-i takibiye, fa-i tafsiliye, ba-i sebebiye gibi harflerin, car harflerinin, bel,bela,kella,ellezi,elleti vs. gibi edat ve bağlaçlarının zorunlu kıldığı ifadeler, parantezci meallerin hemen tümünde parantez içinde verilmiştir. Oysa ki bu, zorunlu olmaktan bir yana, yanlıştır. Bu ifadeler, Arapça bir metinde kelamın esasından sayılır; mealin bir parçası olarak metin içinde verilmelidir. Yorum niteliğindeki ilavelerse meal metninin dışında tutulmalıdır. Parantezli ilavelerle hazırlanacak bir esere, meal yerine, "kısa tefsir" veya "açıklamalı Kur'an tercümesi" denebilir.
Sürekli parantez açmaya gidilmesinin bir sebebi de Kur'an'ın ifadelerindeki birden fazla anlam boyutundan sadece birinin esas alınıp diğerlerinin parantez içine sokulmasıdır. Oysa ki, bu farklı anlam boyutlarından her birinin açıkça ve paranteze gidilmeden verilmesi gerekir. İlahi kelamın karşılığı olan birkaç anlamdan birini esas alıp ötekileri, meali yapanın kendi kanaatiymiş gibi parantez içine sokmak, bilimsel olmadığı gibi, Kur'an'ın insanlığa sunduğu mesajı daraltmaki kayıtlamak şeklinde bir yanlışa da vücut verir.
Bir örnek verelim: Yusuf suresinin 111. ayet, Kur'an'dan bahsederken "ma kane hadisen yüftera" diye bir ifade kullanıyor. Buradaki tüm kelimeleri lügat karşılıklarıyla verirsek çeviri şudur: "O,uydurulmuş bir söz değildir." Ancak burada Kur'an'ın mucize beyanlarından biriyle karşı karşıyayız ve o da ifadede geçen "hadis" kelimesinde kristalleşmektedir. Hadis kelimesi anlamıyla "söz" dür. Ancak iş bu kadarla bitmiyor. Hadis, din dilinde peygamberimize izafe edilen söz anlamına da geliyor. Ve Kur'an, anılan ifadesiyle kendisini uydurma bir hadis olmadığını da insanlığa ilan ederek, sonraki zamanlarda kendi mesajının "uydurma hadisler" le karartılacağına mucize bir şekilde dikkat çekiyor. Eğer biz,bu ayeti meallendirirken: "O, uydurulmuş bir söz değildir." karşılığıyla yetinirsek, Kur'an'ın en önemli mucize haberlerinden birinin üstünü örtmüş oluruz. Bu durumda, hadis kelimesinin anlamalarından birini doğrudan verip, ötekini parantez içine almak, son derece yanlış bir davranıştır. Çünkü böyle bir durumda, anlamlarından birinin, meal yazarının kendi kanaati olduğu sonucuna varılacaktır. Oysaki, ayet, bu mesajı açıkça vermektedir. O halde, yapılması gereken şudur: İki anlamı, bir virgül veya bölü çizgisi ayrımıyla olduğu gibi vermek. Buna göre yukarıda altını çizdiğimiz ifadenin Türkçe karşılığı şu olacaktır: "O Kur'an, uydurulmuş bir söz/uydurma bir hadis değildir." Aynı tespit, örneğin, Lukman suresi 6. ayetteki "levhel hadis": söz eğlence/hadis eğlencesi deyimi için de geçerlidir. (Ayrıca bk. A'raf 185; Casiye 6; MÜrselat 50)
Bir başka örnek olarak, Nisa suresi 34. ayeti verelim. BU ayet, sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden kuşku duyulan evli hanımlara karşı takınılacak tavırlar belirlenirken üçüncü sıraya şu emir konmuştur: "Fadribuhunne." Buradaki emrin kökü olan "darb", Kur'an dilinde 6 anlamda kullanılmıştır. Nisa 34. ayette bunların ikisi vardır: Dolaşmak-dolaştırmak, evden çıkarmak. Meal yazarları, her nedense, Nisa 34. ayetteki emri bu iki boyutuyla anlamlandırmak yerine, tek boyut olan ve bu ayette kullanılmayan dövmekle kayıtlamışlardır.
Oysaki ayetin meali, Kur'an'ın terminolojisinde sadık kaldığımız takdirde şöyle verilecektir: "Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin!" (Bu ayetle ilgili geniş açıklamalar için bk. İslam Nasıl Yozlaştırıldı,Kadın md.)
Mealimizde birçok benzerini göreceğiniz bu meallendirmeye bir örnek de Tarık Suresi'ndeki "tarık" kelimesidir. Bu kelimenin tek anlamıyla yetinmediğimizde, surenin ilk ayetinde meal şu olacaktır: "Yemin olsun göğe ve o ,gece gelene/tokmak gibi vurana/o çıkıverip de yürek hoplatana."
Bu açıklamalardan sonra, bizim meal çalışmamızda esas aldığımız ilkelerin bazılarına kısaca işaret edebiliriz.
- Yaşayan Türkçe'yi kullandık. Her eserin, o arada bir mealin amacıi anlaşılır bir dille mesajlar vermektir. Kur'an mealinin amacı, Kur'an mesajını anlaşılır bir dille, hitap edilen kitleye aktarmaktır. Bu yüzden biz çevirimizde halkın konuştuğu dili, yani yaşayan Türkçe'yi esas aldık. Ne "öz Türkçe" adı altında anlaşılmaz kelimeler sıralamayı hüner zannedenlerin tavrına ne de "Osmanlıca dersi" verir gibi eski dil kullanan tavra itibar ettik. Ancak kesinlikle korunması gerektiğine inandığımız bazı terim ve deyimleri olduğu gibi koruduk. Bu durumlarda kavram veya terimi koyu renk yazdık. Okuyucularımız bu kavram ve terimleri, ilgili sözlüklerden öğrenebilecekleri gibi, Meal'İn sonuna eklediğimiz "Küçük Sözlük"ten veya bizim Kur'an'ın Temel Kavramları ve Kur'an'daki İslam adlı eserlerimizden de öğrenebilirler. Esmaül Hüsna'nın alfabetik bir listesi ile sure adlarının Türkçe karşılıklarını mealin sonuna eklemeyi de ihmal etmedik.
- Mealimizde, tek parantez dahi kullanılmamıştır.
- Birden fazla anlamı olan kelime ve terimlerin, anlamlarının sadece biri değil, tümü verilmiştir. Bu durumda ikinci, üçüncü.. anlamlar arasına bölü (/) çizgisi konmuştur.
- Bazı kelime, terim ve deyimlere, geleneksel müfessir ve mealcilerin verdikleri, Arap dili ve Kur'an terminolojisi bakımından tutarsız veya zorlama gördüğümüz karşılıklar yerine, Arap dili lügatlarının verdiği karşılıklar kullanılmıştır.
- Sure başlangıçlarına ve sayfa üstlerine surenin hem resmi mushaftaki numarasını hem de iniş sıra numarasını koyduk. İlk numara resmi sırayı; bölü çizgisinden sonraki numara, iniş sıra numarasını gösterir.
- Fıkıh ve tasavvuf ekollerinin kendi anlayışlarına uygun olarak, kelime, edat ve bağlaçlara yükledikleri yerel-sübjektif anlamlara itibar edilmemiştir.
Kur'an insanoğlunu sürekli aciz bırakan bir kelamdır. Bu kelam hakkında hiç kimsenin "son söz"ü, "tek söz"ü söylemek gibi bir yetkisi ve şansı olamaz. Yapılan tüm mealler, tüm tefsirler tartışmaya açıktır, tartışılacaktır, tartışılmalıdır. Cenabı Hak karşısında bizi aklayacak ve ödüle layık kılacak olan, niyetimiz ve hizmet aşkımızdır.
Son olarak şunu da söylemek istiyorum: Üç yaşında beni dizinin oturtup Kur'an'dan nasiplendirmeye başlayan, ilahi kelamı bana 9-10 yaşlarında ezberleten, ilk Arapça-Farsça derslerimi veren hocam ve babam Hafız Temel Niyazoğlu'nu, onu yetiştiren dedelerim Allame Hacı Mehmet Ali Efendi'yi, Şeyh Hacı Hasan Efendi'yi rahmet, şükran ve minnetle anıyorum.
Kur'an'ın sonsuz rahmet ve bereketinin hepimizi kucaklamasını diliyor; sevgi, iman ve hizmet erlerinin tümüne selam olsun diyorum.
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK